Genel

Bilinçli Tercihler

Dharmapur’da kedimiz de var, köpeğimiz de. İkisinin de mürşitliği ayrı.

Şöyle ki; hayatı zihnin penceresinden izliyoruz ve algılıyoruz. Zihin dediğimiz de sadece bize ait değil. Aileden yadigar, masallardan, çizgi filmlerden kalanlar, gazeteler, reklamlar, haberlerden atılan tohumlar vs…

Ve başlıyoruz zihne kalıplar yüklemeye, kötü kalpli cadı, iyi kalpli prenses, tehlikeli örümcekler, bilimsel doğrular, güvenilir siyasi partiler… Zihinde bir sürü kalıpla son derece akışkan ve değişken hayatı yaşamaya çalışıyoruz. Peki ne oluyor? Sistem tarafından kolayca dürtülebilir bir birey.

Çünkü kavramlar değil doğru veya yanlış olan. Cadı her zaman kötü değil veya bilimsel bilgi her zaman “doğru” ve temiz değil.

Daha da fenası, bilinçdışı (bilinçaltı) biliyor çoğu şeyi. Bilimin çuvalladığı yerleri de, kendi partinin hatalarını da, tuttuğun takımın eksikliklerini de…

Mesela “madencilik” olgusu kötü diye tanımlanıyor ya. Veya ağaç kesmek çevreye zarar verir deniyor. Ama bilinçdışı biliyor elinde tuttuğun telefon da, içinde bulunduğun ev de, hatta çevreci enerji üretmeni sağlayan ekipmanlar bile madencilik ürünü. Veya evde o kadar çok ahşap malzeme var ki. Hatta sahip olduğun kitaplarda, boşa harcadığın kağıtlarda o kadar çok ağaç var ki. Hatta içtiğin alkolün yapımında bulunduğun yerdeki susuzluğu giderecek kadar su kullanılıyor.

Bu işin kahvesi var, kakaosu var, giysisi var, büyük geniş evleri, yazlıkları, seyahatleri…

Bu yargılayıcı zihnin bulduğu suçluları sadece dışarıda zannediyoruz. Madencilik durunca, tüm cadılar ölünce, tuttuğumuz parti başa gelince her şey yolunda gidecek sanrısı içindeyiz.

Halbuki yaşadığımız şey kendimize ızdırap yaratıyor: bilinçaltı acı yaşıyor çünkü çok iyi biliyor ki madencilik sayesinde hayattayım, evdeki ahşaplar ve kitaplardan dolayı ağaçlar kesildi, alkol aldıkça susuzluğa hizmet ediyorum, alışkanlık veya hazla tükettiğim kakao ve kahve dünyanın öbür tarafından doğa gözetilmeden geliyor vs.

Sorun olgularda, kelimelerde değil. Sorun insanın açgözlülüğünde. Sistem kendi açgözlülüğünü görünmez kılmak için hedefler yaratıyor. Bizler de kendi açgözlülüğümüzle yüzleşmek yerine gösterilen hedefe saldırıyoruz.

Savaştığımız şeyi büyütüyoruz. Önce kendi içimizde. İçimizdeki de topluma yansıyor. Tek bir çözüm var: içimizdeki açgözlülüğü bulacağız. Onu anlayacağız. Küçülüp sadeleşmeyi öğreneceğiz. Sistem bizi kendi açgözlülüğümüzle içine çekemeyecek. Bilinçli tercihler yapacağız. Çözüm ve savaş dışarıda değil içeride saklı. Başladığım yere geri dönersem: Bir köpek gibi uyanık dikkatli ve alan korumacı olacağız kendi içimizde, ve bazen de bir kedi gibi hayatı yaşayacağız sanki dünya yansa rahat bir köşeye geçip izleyecekmiş gibi. Dengede olmayı öğreneceğiz. Sırat köprüsü incedir, kılıçtan keskincedir; demişler. Benim anladığım sırat köprüsü bu hayattır: uçlara gitmeden dengede kalmak ve her daim merkezde kalıp, içime odaklanmak…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir